Hemoglobin (HGB) Nedir? HGB Düşüklüğü ve Yüksekliği

Hemoglobin (HGB), vücudun temel bileşenlerinden biri olan kırmızı kan hücrelerinde bulunan ve oksijen taşımada kritik rol oynayan bir proteindir. Vücutta oksijenin dokulara taşınması ve karbondioksidin atılmasında önemli bir işlevi vardır. Hemoglobin seviyesi, genel sağlık durumunu ve çeşitli hastalıkların varlığını gösteren önemli bir göstergedir. Bu yazımızda HGB düşüklüğü, HGB yüksekliği, normal değerler ve HGB ile ilgili sağlık durumları hakkında detaylı bilgiler bulabilirsiniz.

Hemoglobin Nedir?

Hemoglobin, kırmızı kan hücrelerinde bulunan bir protein olup, oksijenin akciğerlerden tüm vücuda taşınmasını sağlar. Aynı zamanda karbondioksidi (vücutta biriken atık gaz) akciğerlerden dışarı atılmak üzere taşır. Hemoglobin molekülü, her bir kırmızı kan hücresinde birden fazla bulunur ve oksijen taşıma kapasitesini belirler. HGB testi, kan tahlilinde yer alan önemli parametrelerden biridir ve doktorlar, kişinin oksijen taşıma kapasitesini değerlendirmek için bu testi kullanır.

HGB Düşüklüğü

HGB düşüklüğü, vücutta yeterli miktarda hemoglobin bulunmadığında ortaya çıkar. Bu durum genellikle anemi olarak adlandırılır. Anemi, birçok farklı nedenle gelişebilir; en yaygın nedenlerden biri demir eksikliğidir. Demir, hemoglobin üretimi için gerekli bir mineraldir ve eksikliği, HGB seviyesinin düşmesine neden olur.

HGB düşüklüğü, yorgunluk, halsizlik, baş dönmesi gibi belirtilerle kendini gösterebilir. Ayrıca, ciltte solukluk, hızla kalp atışı ve nefes darlığı da görülebilir. Anemi, tedavi edilmediğinde ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir, bu nedenle düşük HGB seviyeleri tespit edildiğinde doktor gözetiminde tedavi edilmesi önemlidir.

HGB düşüklüğünün başlıca nedenleri şunlardır:

  • Demir eksikliği (en yaygın neden)
  • B12 vitamini eksikliği
  • Kronik hastalıklar (böbrek hastalıkları, kanser vb.)
  • Kan kaybı (örneğin, aşırı regl dönemi veya mide-bağırsak kanamaları)

Tedavi genellikle, altta yatan nedene göre değişir ve demir takviyeleri, vitamin B12 enjeksiyonları ya da beslenme düzeninin iyileştirilmesi gibi yöntemleri içerebilir.

HGB Yüksekliği (Polisitemi)

HGB yüksekliği veya Polisitemi, kanın yoğunlaşması ve kırmızı kan hücrelerinin aşırı üretimiyle karakterizedir. HGB seviyesinin yükselmesi, kanın oksijen taşıma kapasitesinin arttığı anlamına gelse de, bu durum genellikle vücudun bazı sağlık sorunlarına işaret eder.

Polisitemi, aşağıdaki nedenlerle meydana gelebilir:

  • Akciğer hastalıkları (örneğin, KOAH veya astım)
  • Yüksek irtifada uzun süre kalma (oksijen seviyelerinin düşük olduğu dağcılık gibi durumlar)
  • Dehidratasyon (su kaybı sonucu kanın yoğunlaşması)
  • Böbrek hastalıkları (böbreklerden aşırı eritropoietin üretimi)

HGB yüksekliği, kanın daha koyu ve yoğun olmasına yol açarak, damar tıkanıklıkları ve pıhtılaşma gibi sağlık problemleri riskini artırabilir. Bu durumun tedavisi, altta yatan nedenin ortadan kaldırılması veya yönetilmesiyle mümkündür.

Normal Hemoglobin Değerleri

Hemoglobin seviyeleri, kişinin yaşına, cinsiyetine ve genel sağlık durumuna bağlı olarak değişiklik gösterebilir. Ancak, genellikle aşağıdaki aralıklar normal kabul edilir:

  • Yetişkin erkekler: 13.5 – 17.5 g/dL
  • Yetişkin kadınlar: 12.0 – 15.5 g/dL
  • Çocuklar: 11.0 – 16.0 g/dL

Bir kişinin HGB seviyesi bu aralıklarda değilse, düşük ya da yüksek olabilir ve bunun bir sağlık sorununun belirtisi olabileceği için doktor tarafından değerlendirilmesi gerekir. Bu değerler, genel bir rehber olup, kesin tanı ve tedavi için mutlaka tıbbi bir uzmandan yardım alınmalıdır.

HGB ile İlgili Sağlık Durumları

Hemoglobin seviyesi, sadece anemi ve Polisitemi gibi durumları değil, birçok sağlık problemine dair ipuçları da sunar. Örneğin, kronik hastalıklar, kanser, kalp hastalıkları ve akciğer hastalıkları gibi durumlar, HGB seviyelerinin anormal olmasına yol açabilir. Hemoglobin testi, bu tür hastalıkların erken teşhisi için önemli bir araç olabilir.

HGB seviyesinin düşüklüğü, vücudun oksijen ihtiyacını karşılamada yetersiz kaldığını gösterdiğinden, halsizlik, yorgunluk, nefes darlığı gibi belirtilere neden olabilir. Öte yandan, HGB seviyesinin yüksekliği ise pıhtılaşma riskini, damar tıkanıklıklarını ve kalp hastalıklarını artırabilir.

Sonuç olarak, hemoglobin testi, vücutta oksijen taşıma kapasitesini belirlemenin yanı sıra, bazı ciddi sağlık sorunlarına da işaret edebilir. Bu yüzden, düzenli olarak HGB testi yaptırmak ve anormal sonuçları takip etmek sağlık için oldukça önemlidir.

Sonuç

Hemoglobin, vücudun hayati fonksiyonlarını sürdürebilmesi için oldukça önemli bir proteindir. HGB seviyesi, sağlık durumumuz hakkında önemli bilgiler verir. HGB düşüklüğü ve yüksekliği, birçok sağlık probleminin belirtisi olabilir. Bu nedenle, düzenli sağlık kontrolleri ve kan testleri ile HGB seviyelerinin izlenmesi, erken teşhis ve tedavi açısından büyük önem taşır.

D Vitamini Eksikliği Belirtileri

D vitamini, vücutta kemik sağlığından bağışıklık sistemine kadar pek çok önemli fonksiyonu olan bir vitamindir. Ancak modern yaşam tarzı, yetersiz güneş ışığına maruz kalma, beslenme yetersizlikleri ve bazı sağlık problemleri, D vitamini eksikliğine neden olabilir. D vitamini eksikliği, vücutta pek çok belirtilere yol açar. Bu yazıda, D vitamini eksikliğinin başlıca belirtilerini ve bu eksikliğin sağlık üzerindeki etkilerini inceleyeceğiz.

 

1. Kemik ve Kas Sağlığında Değişiklikler

D vitamini eksikliği, kemik ve kas sağlığını doğrudan etkileyebilir.

Kemik Ağrıları ve Zayıflığı: D vitamini, vücudun kalsiyumu emmesini sağlar, bu da kemiklerin güçlü ve sağlıklı kalmasına yardımcı olur. Yetersiz D vitamini, kemiklerin zayıflamasına ve kırılgan hale gelmesine neden olabilir. Osteoporoz (kemik erimesi) ve osteomalazi (kemik yumuşaması) gibi hastalıklar ortaya çıkabilir.

Kas Zayıflığı ve Ağrıları: D vitamini kas fonksiyonları için de gereklidir. Eksiklik, kaslarda zayıflamaya ve ağrıya yol açabilir. Kaslarda ağrı ve kramplar, D vitamini eksikliğinin yaygın belirtilerindendir.


2. Yorgunluk ve Halsizlik

D vitamini, vücutta enerji üretiminde önemli bir rol oynar. Eksiklik durumunda, sürekli bir yorgunluk ve halsizlik hissi ortaya çıkabilir. Vücut, normal işlevlerini yerine getiremez hale gelir ve bu da kişiyi fiziksel ve zihinsel olarak yorgun hissettirebilir.

Sürekli Yorgunluk: D vitamini eksikliği, kişiyi uzun süre boyunca bitkin ve tükenmiş hissettirebilir. Özellikle dinlendikten sonra bile yorgunluk hissi devam edebilir.

Fiziksel ve Zihinsel Yavaşlama: Enerji üretimindeki azalma, hem fiziksel hem de zihinsel performansın düşmesine yol açar. Bu da kişiyi gün boyunca verimsiz hissettirebilir.


3. Bağışıklık Sistemi Zayıflığı

D vitamini, bağışıklık sisteminin düzgün çalışabilmesi için kritik öneme sahiptir.

Sık Enfeksiyonlar: D vitamini eksikliği, özellikle üst solunum yolu enfeksiyonları gibi yaygın hastalıkların riskini artırabilir. Bağışıklık sistemi zayıflar, vücut daha kolay hasta olur.

Bağışıklık Yanıtı Zayıflar: Vücutta enfeksiyonla savaşacak yeterli bağışıklık hücresinin olmaması, enfeksiyonların daha uzun sürmesine ve daha şiddetli olmasına yol açabilir.

 

4. Psikolojik Belirtiler

D vitamini eksikliği, psikolojik durum üzerinde de olumsuz etkiler yapabilir. D vitamini, beyin kimyasallarının düzenlenmesinde rol oynar. Eksikliği, ruh halini olumsuz etkileyebilir.

Depresyon ve Anksiyete: D vitamini eksikliği, depresyon ve anksiyete gibi psikolojik rahatsızlıkların daha sık görülmesine neden olabilir. D vitamini, “mutluluk hormonu” olarak bilinen serotonin üretimini destekler. Bu hormonun düşmesi, ruh hali değişimlerine yol açabilir.

Huzursuzluk ve Duygusal Dengesizlik: D vitamini seviyesinin düşük olması, kişide huzursuzluk ve duygusal dengesizlik gibi durumları tetikleyebilir. Ayrıca, düşünce ve odaklanma sorunları da yaşanabilir.


5. Saç Dökülmesi

D vitamini eksikliği, saç dökülmesini de tetikleyebilir. Saç köklerinde D vitamini reseptörleri bulunur ve eksiklik, saç dökülmesine yol açabilir. Özellikle erkeklerde, D vitamini eksikliği androgenetik alopesi (saç dökülmesi) ile ilişkilendirilebilir. Bunun dışında, kadınlarda da genel saç dökülmesi artabilir.


6. Cilt Problemleri

D vitamini cilt sağlığında da önemli bir rol oynar. Yetersiz D vitamini, ciltte çeşitli problemlere yol açabilir.

Cilt Kuruluğu ve Egzama: D vitamini eksikliği, ciltte kuruma, pullanma ve egzama gibi dermatolojik sorunlara yol açabilir. Cilt bariyerinin güçsüzleşmesiyle, cilt dış etkenlere karşı daha savunmasız hale gelir.

Ciltte Değişiklikler: D vitamini eksikliği, ciltte renk değişiklikleri veya kırışıklıkların artmasına neden olabilir.

 

7. Çocuklarda D Vitamini Eksikliği

Çocuklarda D vitamini eksikliği, kemik gelişimi üzerinde büyük bir etkiye sahiptir. Raşitizm, çocuklarda D vitamini eksikliği sonucu gelişen bir hastalıktır. Bu hastalık, kemiklerin düzgün gelişmemesine, eğrilmesine ve zayıflamasına yol açar. Ayrıca, çocuklarda sık enfeksiyonlar ve büyüme geriliği görülebilir.

 

8. D Vitamini Eksikliği ve Depresyon

D vitamini eksikliğinin depresyonla olan ilişkisinin pek çok araştırma ile kanıtlandığı bilinmektedir. D vitamini, beyin fonksiyonlarını düzenler ve serotonin üretimine katkı sağlar. Bu eksiklik, depresyon belirtilerinin artmasına yol açabilir. Kişinin ruh hali düzensizleşebilir, kendini depresif, karamsar ve huzursuz hissedebilir.


9. D Vitamini Eksikliği Sebepleri

D vitamini eksikliğine yol açan bazı yaygın nedenler şunlardır:

Yetersiz Güneşe Maruz Kalma: Güneş ışığı, D vitamini üretimi için ana kaynaktır. Kış aylarında, fazla kapalı alanda vakit geçirildiğinde ya da güneşe çıkılmadığında, D vitamini eksikliği gelişebilir.

Düşük D Vitamini İçeren Besinler: D vitamini içeren besinler, özellikle yağlı balıklar, süt, yumurta ve bazı mantar türleridir. Bu besinleri yeterince tüketmemek, eksikliğe neden olabilir.

Sağlık Sorunları: Karaciğer ve böbrek hastalıkları gibi bazı sağlık sorunları, D vitamini metabolizmasını olumsuz etkileyebilir. Ayrıca, bazı ilaçlar da D vitamini seviyelerini düşürebilir.

 

10. D Vitamini Eksikliği Tedavisi

D vitamini eksikliğini tedavi etmek mümkündür. Tedavi genellikle şu yöntemlerle yapılır:

D Vitamini Takviyeleri: Eksikliği düzeltmek için genellikle yüksek doz D vitamini takviyeleri kullanılır. Ancak, takviye almadan önce bir doktora danışmak önemlidir.

Güneş Işığına Maruz Kalma: Günlük olarak 15-30 dakika güneş ışığına maruz kalmak, vücudun D vitamini üretimini artırabilir.

D Vitamini Zengini Besinler: D vitamini açısından zengin besinler tüketmek de önemli bir tedavi yöntemidir. Somon, sardalya, yumurta sarısı ve süt gibi gıdalar D vitamini kaynaklarıdır.


Sonuç

D vitamini eksikliği, vücudun birçok fonksiyonunu olumsuz etkileyebilir. Kemik sağlığından bağışıklık sistemine, ruh halinden kas gücüne kadar geniş bir etki alanı vardır. D vitamini eksikliğini erken teşhis etmek ve tedaviye başlamak, sağlığı korumak açısından oldukça önemlidir. Eğer yukarıda bahsedilen belirtileri yaşıyorsanız, bir sağlık uzmanına başvurarak D vitamini seviyelerinizi kontrol ettirmeniz faydalı olacaktır.

Enfeksiyon Testleri ve Antibiyogram

Enfeksiyon Testleri ve Antibiyogram

İdrar, dışkı, boğaz, genital bölge, yara, apse, operasyon materyalleri gibi vücut bölgelerinden elde edilen sürüntüler, alınan akıntılar ya da doku parçalarında boyasız-boyalı inceleme, patojenlerin sevdikleri besi yerlerine yapılan ekimler ve/veya antijenik yapılarına yönelik testlerle bakteri, virüs, parazit gibi patojenlerin varlıkları ispat edilmektedir. Böylece hastalıkların tanısı kesinleştirilmektedir.

Antibiyogram Nedir?

Antibiyogram (antibiyotik duyarlılık testleri), enfeksiyona yol açan bakterinin hangi antibiyotiklere duyarlı olduğunun laboratuvar ortamında test edilmesidir. Antibiyogram testinin yapılabilmesi için öncelikle enfeksiyona neden olan bakterinin bir kültür ortamında üretilmesi gerekmektedir.


Antibiyogram Testi Nasıl Yapılır?

Eğer doktorunuz idrar yolları enfeksiyonundan şüpheleniyorsa, önce sizden idrar kültürü yaptırmanızı ister. İdrar kültüründe bakteri ürerse, bu bakteriye karşı hangi antibiyotiklerin duyarlı olduğunu belirlemek için antibiyogram testi yapılır.

Antibiyogram testi yapılırken birkaç yöntem bulunmaktadır. Birçok laboratuvarda disk yöntemi (Kirby Bauer disk diffusion testi) kullanılmaktadır. Bu yöntemde antibiyotik emdirilmiş disklerin plak besi yerlerinde bakteri kolonilerinin üremesini durdurup durdurmadığına bakılır. Sonuçlar analiz edilir ve bakterinin laboratuvar koşullarında hangi antibiyotiğe duyarlı, hangisine dirençli olduğu anlaşılır.

Antibiyogram Testinin Önemi

Antibiyotik tedavisine başlamadan önce doktorunuzun önereceği ilacın bakteriye etkili olup olmayacağının bilinmesi tedavinin başarısını arttıracaktır. Bu test aynı zamanda gereksiz ve/veya yanlış antibiyotik kullanımını da azaltarak, dirençli bakterilerin çoğalmasını önleyecektir.

Evlilik Öncesi Tarama Testleri

Evlilik Öncesi Tarama Testleri

Evlilik öncesi yapılan testler, çiftlerin evlilikte yaşayabileceği sağlık sorunlarına yönelik önlem almalarına yardımcı olmak için 4271 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 136. maddesi gereğince yaptırılması zorunlu kılınmış testlerdir. Bu testlerde genel sağlık durumu, kalıtsal ve bulaşıcı hastalıklar yönünden inceleme yapılır.

Evlilik Öncesinde Yaptırılan Zorunlu Testler

  • HIV enfeksiyonları (AIDS) için Anti HIV Testi
  • Hepatit B taraması için HbsAg Testi
  • Hepatit C taraması için Anti HCV Testi
  • Sifilis (Frengi) için VDRL Testi
  • Kansızlık Testi Hemogram (Tam Kan Sayımı)
  • Kan Uyuşmazlığı Testi Kan Grubu Analizi
  • Akdeniz Anemisi (Talasemi) için Hemoglobin Elektroforezi Testi
  • SMA Tarama Testi SMA Taşıyıcılık Testi

Evlilik Öncesi Tarama Testlerinin Önemi Nedir?

Ülkemizde her 3 akraba evliliğinin 2’si birinci derece yakın akraba ile yapılmaktadır. Bununla beraber son yıllarda cinsel yolla bulaşan hastalık tanısı konulan kişi sayısı da artmaktadır. Tüm bu sebepler evlilik öncesi yapılan testleri daha da önemli kılmaktadır.

Kan testleri sonucunda kan uyuşmazlığı sonucu çıkarsa doktorlarca önlem alınabilmektedir.

HIV, Hepatit B ve C virüsleri kanla, cinsel yolla veya vücut sıvılarıyla taşınırlar. Bu virüsler hastalık bulaştığında bile belirti göstermeyebilir. Bulaşıcı hastalıklar anneden bebeğine de bulaşır. Yapılan araştırmalar Türkiye’de her 3 kişiden yaklaşık 1’inin Hepatit B virüsü ile karşılaştığını ortaya koymuştur. Bu açıdan çiftlerin bulaşıcı hastalık kan testlerini yaptırmaları, çiftlerin ve bebeğin sağlığı açısından önemlidir.

Akraba evliliklerinin oldukça fazla olduğu ülkemizde tehlikeli kan hastalıklarından olan Talasemi (Akdeniz anemisi) testinin yapılması da oldukça önemlidir. Çünkü bu hastalık çocuklara yalnızca kalıtım yoluyla geçebilir.

Sifilis testi, frengi hastalığının teşhisine yönelik yapılan bir test olup, eşlerin birbirine hastalık bulaştırmadan, hastalığın tespit edilip tedavi edilmesi açısından önemlidir.

SMA Tarama testi 2021 yılı Aralık ayı itibariyle evlilik öncesi yapılması gereken zorunlu testler arasına eklenmiştir. Bu test bebeğin hareket kabiliyetini sınırlandıran bir kas hastalığıdır. Test sonucunda çiftler bebeklerinde SMA mutasyonuna yol açacak bir mutasyonu taşıyıp taşımadıklarını öğrenirler. Çiftlerden ikisi de taşıyıcı ise tüp bebek tedavisine yönlendirilirler.

Evlilik İçin Testler Nerede Yapılır?

Evlilik öncesi testler, Aile sağlığı merkezlerinde, devlet hastanelerinde, özel laboratuvar ve hastanelerde yapılabilmektedir. Devlet hastanelerinden randevu almak oldukça zor olduğundan, testleri özel laboratuvarlarda ya da hastanelerde yaptırmak çiftlere zaman kazandırır.

Evlilik İçin Sağlık Raporu Nereden Alınır?

Evlilik öncesi alınması gereken sağlık raporu Aile Sağlığı Merkezlerinden alınmaktadır. Alınan sonuçlar aile hekimi tarafından kontrol edilip onaylanması gerekmektedir. Evlilik öncesi sağlık raporu aile hekimleri tarafından verilir.


Evlilik Öncesi Testler İçin Açlık Gerekir mi?

Evlilik öncesi testlerde herhangi bir ön hazırlık gerekmez. Açlık veya tokluk test sonucunu etkilemez.

Evlilik Öncesi Testlerin Fiyatları Nedir?

Evlilik öncesi testlerin fiyatlarını Whatsapp hattımıza yazarak veya çağrı merkezimizi arayarak öğrenebilirsiniz.

 

Klamidya Nedir?

Klamidya Nedir?

Klamidya vajinal, oral ya da anal seks yoluyla bulaşan bir enfeksiyon hastalığıdır.

Klamidya Nasıl Bulaşır?

Cinsel ilişki yoluyla bulaşabileceği gibi, anneden bebeğine de geçebilir.

Klamidya bakterisi taşıyan annelerden bebeklere bakteri geçerse, bebekte göz enfeksiyonu ve zatürre görülebilir, ayrıca erken doğum riski ortaya çıkabilir. Bu hastalık çoğunlukla belirti göstermediğinden, gebe kalan anneler klamidya testi yaptırarak bebeklerinin sağlığını düşünmelidir.

Klamidya Görülme Sıklığı Nedir?

Klamidya sık görülen cinsel hastalıklardan biridir ve tedavi edilmezse kısırlık gibi ciddi sonuçları olabilir. Tedavi edilmeyen klamidya HIV/AIDS bulaşma riskini artırır.

Klamidya Belirtileri Nedir?

Hastalık çoğunlukla belirti göstermez. Görülebilecek belirtiler erkeklerde ve kadınlarda farklılık gösterir.


Klamidya Kadınlarda Belirtileri Nedir?

Kadınlarda yoğun miktarlı kokulu vajinal akıntı, adet dışı kanama, ağrılı adet kanamaları, cinsel ilişki sırasında ağrı, vajina etrafında kaşınma ve yanma, idrar yaparken ağrı en sık görülen belirtilerdir.

Klamidya Erkeklerde Belirtileri Nedir?

Erkeklerde ise penisten az miktarda akıntı gelmesi, ağrılı idrar, penis ucunda yanma ve kaşıntı, testis çevresinde şişlik ve ağrı görülebilen belirtilerdir.

Klamidya Tanısı Nasıl Konur?

Hastalık erkek hastalardan üretral akıntıdan sürüntü alımı ya da idrar numunesinden tespit edilir. Kadın hastalardan ise servikal örnekler jinekolog tarafından alınır.

HEMOGRAM (TAM KAN SAYIMI ) SONUÇLARININ ANLAMI

Hemogram (Tam Kan Sayımı), doktorlar tarafından laboratuvardan en sık istenen temel tarama testlerinden biridir. Genel sağlık durumunun saptanması, immun sistemin (bağışıklık durumunun) ortaya konması, ve anemi gibi çeşitli bozuklukların taraması ve izlenmesi için yapılan bir testtir. Test için yapılması gereken bir hazırlık yoktur.

LÖKOSİTLER (WBC)

Aynı zamanda beyaz kan hücreleri olarak da adlandırılırlar.

Vücudun savunma ve bağışıklık hücrelerinin yani lökositlerin toplamını gösterir. Enfeksiyon hastalığı veya lupus gibi kronik iltihabi hastalıklarda ve lösemi de yükselir. Çok düşükse lökosit yapımını bozan ciddi bir hastalık vardır. Örneğin bazı kanserlerde, kemik iliği hastalarında, AIDS’te lökosit miktarı düşüktür.

NÖTROFİL

Büyük beyaz kan hücreleridir. Sayıları bakteriyel enfeksiyonlarda artar.

LENFOSİT

Küçük beyaz kan hücreleridir. Sayıları viral enfeksiyonlarda ve bazı kronik hastalıklarda artar, AIDS’te düşer.

MID

Orta büyüklükte beyaz kan hücreleridir. Monositler, eozinofil ve bazofil hücreleri bu gruba girerler. MID sayısının yüksek olması, bir organ ya da bölgede bir enfeksiyonun başladığını ve savunma mekanizmasının çalışmaya başladığını gösterir. Fagositik (yabancı maddeyi hücrenin içine alıp, parçaladıktan sonra hücre dışına atmak) özellikleri vardır.

ERİTROSİT (RBC)

Aynı zamanda kırmızı kan hücreleri olarak da adlandırılır.

Eritrositlerin ana görevi oksijenin hücrelere taşınmasıdır.


RBC sayısında azalma olursa kansızlık (anemi), artış olursa polisitemi, KOAH, böbrek

hastalığı tanısı konabilir.

Eritrosit Normal Aralığı :

Erkeklerde 4.7 – 6.1 milyon hücre/ µL

Kadınlarda 4.2 – 5.4 milyon hücre/uL

HEMOGLOBİN

Eritrositlerin içinde bulunan, akciğerlerden dokulara oksijen, dokulardan da akciğerlere karbondioksit taşıyan bir proteindir.

Anemilerde Hemoglobin düşer.

Hgb Normal Aralığı :

Erkeklerde 14-18 g/dL

Kadınlarda 12-16 g/dL

HEMATOKRİT

Tam kan örneğindeki eritrositlerin yüzdesidir.

Anemi, lösemi, kan kaybı gibi durumlarda azalırken vücudun su kaybettiği durumlarda (örneğin ishal) veya polisitemi’de artar.

Hematokrit Normal Aralığı :

Erkeklerde %42 – %52

Kadınlarda %37 – %47

MCV (Ortalama Eritrosit Hacmi)

Oksijen taşıyan hücrelerin ortalama büyüklüğüdür.

MCV düşükse eritrositler daha küçüktür, yüksekse daha büyümüştür. Örneğin demir eksikliği anemisinde eritrositler küçülür dolayısıyla MCV değeri düşük çıkar. B12 vitamini eksikliği anemisinde ise eritrositler büyümüştür, MCV yüksek çıkar.

MCV Normal Aralığı :

Erkeklerde 87 ± 7 fL

Kadınlarda 90 ± 9 fL


MCH (Ortalama Hücre Hemoglobin Miktarı)

Eritrositlerdeki hemoglobin ortalama miktarını gösterir. Büyük eritrositler yüksek MCH gösterirken, küçük eritrositlerde MCH değeri daha düşüktür.

MCH Normal Aralığı :

Erkeklerde ve Kadınlarda 27 – 31 pg

MCHC (Ortalama Hücre Hemoglobin Konsantrasyonu)

Bir eritrosit içindeki ortalama hemoglobinin hesaplamasıdır. Azalan MCHC (hipokromi), demir eksikliği anemisi ve talasemi gibi eritrositlerin içindeki hemoglobin miktarının azaldığı durumlarda görülür. Artan MCHC (hiperkromi), yanıklarda ve daha nadir bir konjenital bozukluk olan herediter (kalıtsal) sferositoz gibi hemoglobinin eritrosit içinde anormal derecede yoğunlaştığı durumlarda görülür.

MCHC Normal Aralığı :

Erkeklerde ve kadınlarda %33 – %37

RDW–SD ve RDW–CV (Eritrosit Dağılım Genişliği)

Eritrosit büyüklüğündeki değişimin hesaplanmasıdır. RDW-CV ve RDW-SD olarak iki farklı değer şeklinde rapor edilir. MCV’den sonra anemilerin ayrımında en faydalı olan ikinci parametredir. Özellikle hipokrom mikrositik anemilerin ayrımında faydalıdır.

TROMBOSİT

Trombositler, aynı zamanda Platelet (Plt) olarak da adlandırılır.

Trombositler kan pıhtılaşmasında ve kanamanın durmasında rol oynarlar. Trombosit sayısı düşükse bu trombositlerin hızla parçalandığı ya da az yapılmakta olduğu anlamına gelir. Her ikisi de kanamanın durmamasına neden olur. Trombosit sayısı yüksekse (trombositoz) bu da fazla üretimi anlamına gelir ki, damar tıkanıklıkları ile sonuçlanabilir.

MPV (Ortalama Trombosit Hacmi)

MPV değeri yüksekse, trombosit yapımının hızlandığı ve trombosit hücrelerinin yapım veya yıkımında sorun olduğunu belirten kan hastalıklarının göstergesidir. MPV değerinin düşüklüğü ise kemik iliğinde trombosit yapımı ile ilgili bir problem olduğuna işaret edebilir.

P_LCR (Büyük Hücreli Trombosit Oranı)

P_LCR düşüklüğü hamilelikte, çok fazla alkol tüketiminde ve B12 eksikliğinde görülebilmektedir. Yüksek P_LCR ise hiperlipemi (kandaki çeşitli yağların gerekenden daha yüksek olması) hastalarında görülebildiği gibi, olası trombositoz’a da neden olabilir.

PDW (Trombosit Dağılım Genişliği)

Trombositlerin büyüklüğüne göre dağılımını gösterir. Diğer parametrelerle birlikte değerlendirildiğinde trombosit fonksiyonları hakkında bilgi verir.

KOLON KANSERİ PANELİ

Sindirim sisteminin en son kısmında yer alan  Kalın bağırsak, İnce bağırsaktan sonra gelen organdır. Kalın bağırsağın en sonda  bulunan 20-25 cm’lik son bölümü olan  Rektum dışında kalan diğer tüm bölümlerine Kolon ve burada oluşan kansere kolon kanseri denir. Bütün bağırsağı etkileyen kansere de kolorektal kanser denir.

Kolon kanseri,  her 20 kişiden 1’inde görülmektedir. Hem erkeklerde hem kadınlarda 3. en sık görülen kanser türüdür. Düzenli hekim kontrolü ve erken tanı ile kanser hücreleri sadece kolon içi ile sınırlı olarak tespit edilebilir. Erken tanı konamaması halinde ise, kanser yakın organlara, lenf bezlerine ve kan dolaşımı yoluyla karaciğer, akciğer ve diğer organlara yayılım gösterebilir. Bu nedenle kolon kanseri tedavisinde en önemli etken erken teşhistir. Sindirim sistemi kanserleri erken evrede  saptandığında hastalıktan tamamen kurtulmak mümkündür.

Kolon kanseri her yaşta görülebilir ancak yaş ilerledikçe görülme oranı artar. Ortalama görülme yaşı  65’tir. Ancak değişen yaşam şartları, hareketsiz yaşam ve sağlıksız beslenme kolorektal kanser yaşında düşmeye neden oldu.

KOLOREKTAL KANSERLERDE RİSK FAKTÖRLERİ NELERDİR?

Kolon (kalın bağırsak) kanseri çok sayıda faktörün etkisiyle oluşur. Temel olarak bu faktörleri 2 sınıfta inceleyebiliriz. İlki genetik ikincisi ise çevresel faktörlerdir. Genetik taşınım, ileri yaş,  bağırsak içi hücre tipini bozarak kansere zemin hazırlayabilecek iltihabi bağırsak hastalığının olması (Ülseratif kolit ya da Crohn hastalığı), Tip II Diyabet, bağırsak içinde poliplerin varlığı  gibi durumlar kanser gelişme ihtimalini artırabilir. Öte yandan, değiştirilebilir risk faktörleri grubunda yer alan çevresel etkenlere uygun bir yaşam tarzı belirlenerek sürdürülmesi, kolon kanseri riskini azaltmaktadır. Bu etkenlerin başlıcaları; İşlenmiş ve hayvansal gıdaların aşırı, meyve ve sebzenin ise az tüketilmesi, sigara kullanımı ve hareketsiz yaşam tarzıdır. Yukarıda yer alan risk faktörlerine sahip olan kişilerin erken yaşlardan itibaren kalın bağırsak ve diğer sindirim sistemi kanser taramalarını yapması gerekir. Ayrıca; yüksek kalorili, yüksek proteinli, liften fakir, kızarmış ve konserve edilmiş yiyecekler bağırsak fonksiyonlarını olumsuz etkiler. Bu nedenle günlük diyette taze sebze ve meyveyle, lifli gıdalara daha fazla yer açılmalı, bol su tüketmeye  ve spor yapmaya özen gösterilmelidir.

KALIN BAĞIRSAK KANSERİNİN BELİRTİLERİ

Kolon Kanseri bağırsaktaki konumuna göre farklı belirtiler gösterebilir. Bağırsağın sağ tarafında oluşan kanser ile sol tarafını tutan kanser farklı belirtiler verebilir.  Bağırsağın sol tarafında meydana gelen tümör,  daha dar bir bölge olması nedeni ile daha çok dışkıda incelme, kanama, dışkı düzeninde değişme gibi şikayetler görülürken, sağ tarafta ise bağırsak daha geniş olduğundan hastada, halsizlik, kansızlık, iştahsızlık ve karın ağrısı gibi belirtiler olmaktadır. Bu bölgede gelişen kanser daha sinsi ve yavaş ilerleyebilir.  Ağrılı dışkılama, demir eksikliği anemisi, karında kitle hissi kolon kanseri açısından önemli belirtilerdir. Karın ağrısı ve kilo kaybı genellikle geç dönemde ortaya çıkan belirtilerdir.

Hastalık ilerlemeden kolon kanseri tanısı konulması yaşam şansını büyük ölçüde artırmaktadır. Bu nedenle erken tanı için kolon kanserinin belirtilerini takip etmek çok önemlidir. Doktorunuz sizin ve ailenizin tıbbi geçmişine dayalı olarak gerekli önerilerde bulunacaktır. Taramaya ortalama riske sahip bireylerde 45, daha yüksek risk durumlarında daha erken yaşlarda başlanmalıdır.  Tarama için endoskopik yöntemler, gaita ve kan  testleri, aile geçmişine göre genetik testler kullanılmaktadır. Kalın bağırsak kanserinin kesin tanısı kolonoskopi ile konur. Varsa tümörden örnek alınarak patolojik inceleme ile kesin kanser tanısı konmuş olur.