HEMOGRAM (TAM KAN SAYIMI ) SONUÇLARININ ANLAMI

Hemogram (Tam Kan Sayımı), doktorlar tarafından laboratuvardan en sık istenen temel tarama testlerinden biridir. Genel sağlık durumunun saptanması, immun sistemin (bağışıklık durumunun) ortaya konması, ve anemi gibi çeşitli bozuklukların taraması ve izlenmesi için yapılan bir testtir. Test için yapılması gereken bir hazırlık yoktur.

LÖKOSİTLER (WBC)

Aynı zamanda beyaz kan hücreleri olarak da adlandırılırlar.

Vücudun savunma ve bağışıklık hücrelerinin yani lökositlerin toplamını gösterir. Enfeksiyon hastalığı veya lupus gibi kronik iltihabi hastalıklarda ve lösemi de yükselir. Çok düşükse lökosit yapımını bozan ciddi bir hastalık vardır. Örneğin bazı kanserlerde, kemik iliği hastalarında, AIDS’te lökosit miktarı düşüktür.

NÖTROFİL % ve #

Büyük beyaz kan hücreleridir. Sayıları bakteriyel enfeksiyonlarda artar.

LENFOSİT % ve #

Küçük beyaz kan hücreleridir. Sayıları viral enfeksiyonlarda ve bazı kronik hastalıklarda artar, AIDS’te düşer.

MID % ve #

Orta büyüklükte beyaz kan hücreleridir. Monositler, eozinofil ve bazofil hücreleri bu gruba girerler. MID sayısının yüksek olması, bir organ ya da bölgede bir enfeksiyonun başladığını ve savunma mekanizmasının çalışmaya başladığını gösterir. Fagositik (yabancı maddeyi hücrenin içine alıp, parçaladıktan sonra hücre dışına atmak) özellikleri vardır.

ERİTROSİT (RBC)

Aynı zamanda kırmızı kan hücreleri olarak da adlandırılır.

Eritrositlerin ana görevi oksijenin hücrelere taşınmasıdır.

RBC sayısında azalma olursa kansızlık (anemi), artış olursa polisitemi, KOAH, böbrek

hastalığı tanısı konabilir.

Eritrosit Normal Aralığı :

Erkeklerde 4.7 – 6.1 milyon hücre/ µL

Kadınlarda 4.2 – 5.4 milyon hücre/uL

HEMOGLOBİN

Eritrositlerin içinde bulunan, akciğerlerden dokulara oksijen, dokulardan da akciğerlere karbondioksit taşıyan bir proteindir.

Anemilerde Hemoglobin düşer.

Hgb Normal Aralığı :

Erkeklerde 14-18 g/dL

Kadınlarda 12-16 g/dL

HEMATOKRİT

Tam kan örneğindeki eritrositlerin yüzdesidir.

Anemi, lösemi, kan kaybı gibi durumlarda azalırken vücudun su kaybettiği durumlarda (örneğin ishal) veya polisitemi’de artar.

Hematokrit Normal Aralığı :

Erkeklerde %42 – %52

Kadınlarda %37 – %47

MCV (Ortalama Eritrosit Hacmi)

Oksijen taşıyan hücrelerin ortalama büyüklüğüdür.

MCV düşükse eritrositler daha küçüktür, yüksekse daha büyümüştür. Örneğin demir eksikliği anemisinde eritrositler küçülür dolayısıyla MCV değeri düşük çıkar. B12 vitamini eksikliği anemisinde ise eritrositler büyümüştür, MCV yüksek çıkar.

MCV Normal Aralığı :

Erkeklerde 87 ± 7 fL

Kadınlarda 90 ± 9 fL

MCH (Ortalama Hücre Hemoglobin Miktarı)

Eritrositlerdeki hemoglobin ortalama miktarını gösterir. Büyük eritrositler yüksek MCH gösterirken, küçük eritrositlerde MCH değeri daha düşüktür.

MCH Normal Aralığı :

Erkeklerde ve Kadınlarda 27 – 31 pg

MCHC (Ortalama Hücre Hemoglobin Konsantrasyonu)

Bir eritrosit içindeki ortalama hemoglobinin hesaplamasıdır. Azalan MCHC (hipokromi), demir eksikliği anemisi ve talasemi gibi eritrositlerin içindeki hemoglobin miktarının azaldığı durumlarda görülür. Artan MCHC (hiperkromi), yanıklarda ve daha nadir bir konjenital bozukluk olan herediter (kalıtsal) sferositoz gibi hemoglobinin eritrosit içinde anormal derecede yoğunlaştığı durumlarda görülür.

MCHC Normal Aralığı :

Erkeklerde ve kadınlarda %33 – %37

RDW–SD ve RDW–CV (Eritrosit Dağılım Genişliği)

Eritrosit büyüklüğündeki değişimin hesaplanmasıdır. RDW-CV ve RDW-SD olarak iki farklı değer şeklinde rapor edilir. MCV’den sonra anemilerin ayrımında en faydalı olan ikinci parametredir. Özellikle hipokrom mikrositik anemilerin ayrımında faydalıdır.

TROMBOSİT

Trombositler, aynı zamanda Platelet (Plt) olarak da adlandırılır.

Trombositler kan pıhtılaşmasında ve kanamanın durmasında rol oynarlar. Trombosit sayısı düşükse bu trombositlerin hızla parçalandığı ya da az yapılmakta olduğu anlamına gelir. Her ikisi de kanamanın durmamasına neden olur. Trombosit sayısı yüksekse (trombositoz) bu da fazla üretimi anlamına gelir ki, damar tıkanıklıkları ile sonuçlanabilir.

MPV (Ortalama Trombosit Hacmi)

MPV değeri yüksekse, trombosit yapımının hızlandığı ve trombosit hücrelerinin yapım veya yıkımında sorun olduğunu belirten kan hastalıklarının göstergesidir. MPV değerinin düşüklüğü ise kemik iliğinde trombosit yapımı ile ilgili bir problem olduğuna işaret edebilir.

P_LCR (Büyük Hücreli Trombosit Oranı)

P_LCR düşüklüğü hamilelikte, çok fazla alkol tüketiminde ve B12 eksikliğinde görülebilmektedir. Yüksek P_LCR ise hiperlipemi (kandaki çeşitli yağların gerekenden daha yüksek olması) hastalarında görülebildiği gibi, olası trombositoz’a da neden olabilir.

PDW (Trombosit Dağılım Genişliği)

Trombositlerin büyüklüğüne göre dağılımını gösterir. Diğer parametrelerle birlikte değerlendirildiğinde trombosit fonksiyonları hakkında bilgi verir.

KOLON KANSERİ PANELİ

Sindirim sisteminin en son kısmında yer alan  Kalın bağırsak, İnce bağırsaktan sonra gelen organdır. Kalın bağırsağın en sonda  bulunan 20-25 cm’lik son bölümü olan  Rektum dışında kalan diğer tüm bölümlerine Kolon ve burada oluşan kansere kolon kanseri denir. Bütün bağırsağı etkileyen kansere de kolorektal kanser denir.

Kolon kanseri,  her 20 kişiden 1’inde görülmektedir. Hem erkeklerde hem kadınlarda 3. en sık görülen kanser türüdür. Düzenli hekim kontrolü ve erken tanı ile kanser hücreleri sadece kolon içi ile sınırlı olarak tespit edilebilir. Erken tanı konamaması halinde ise, kanser yakın organlara, lenf bezlerine ve kan dolaşımı yoluyla karaciğer, akciğer ve diğer organlara yayılım gösterebilir. Bu nedenle kolon kanseri tedavisinde en önemli etken erken teşhistir. Sindirim sistemi kanserleri erken evrede  saptandığında hastalıktan tamamen kurtulmak mümkündür.

Kolon kanseri her yaşta görülebilir ancak yaş ilerledikçe görülme oranı artar. Ortalama görülme yaşı  65’tir. Ancak değişen yaşam şartları, hareketsiz yaşam ve sağlıksız beslenme kolorektal kanser yaşında düşmeye neden oldu.

KOLOREKTAL KANSERLERDE RİSK FAKTÖRLERİ NELERDİR?

Kolon (kalın bağırsak) kanseri çok sayıda faktörün etkisiyle oluşur. Temel olarak bu faktörleri 2 sınıfta inceleyebiliriz. İlki genetik ikincisi ise çevresel faktörlerdir.

Genetik taşınım, ileri yaş,  bağırsak içi hücre tipini bozarak kansere zemin hazırlayabilecek iltihabi bağırsak hastalığının olması (Ülseratif kolit ya da Crohn hastalığı), Tip II Diyabet, bağırsak içinde poliplerin varlığı  gibi durumlar kanser gelişme ihtimalini artırabilir.

Öte yandan, değiştirilebilir risk faktörleri grubunda yer alan çevresel etkenlere uygun bir yaşam tarzı belirlenerek sürdürülmesi, kolon kanseri riskini azaltmaktadır. Bu etkenlerin başlıcaları; İşlenmiş ve hayvansal gıdaların aşırı, meyve ve sebzenin ise az tüketilmesi, sigara kullanımı ve hareketsiz yaşam tarzıdır.

Yukarıda yer alan risk faktörlerine sahip olan kişilerin erken yaşlardan itibaren kalın bağırsak ve diğer sindirim sistemi kanser taramalarını yapması gerekir. Ayrıca; yüksek kalorili, yüksek proteinli, liften fakir, kızarmış ve konserve edilmiş yiyecekler bağırsak fonksiyonlarını olumsuz etkiler. Bu nedenle günlük diyette taze sebze ve meyveyle, lifli gıdalara daha fazla yer açılmalı, bol su tüketmeye  ve spor yapmaya özen gösterilmelidir.

KALIN BAĞIRSAK KANSERİNİN BELİRTİLERİ

Kolon Kanseri bağırsaktaki konumuna göre farklı belirtiler gösterebilir. Bağırsağın sağ tarafında oluşan kanser ile sol tarafını tutan kanser farklı belirtiler verebilir.  Bağırsağın sol tarafında meydana gelen tümör,  daha dar bir bölge olması nedeni ile daha çok dışkıda incelme, kanama, dışkı düzeninde değişme gibi şikayetler görülürken, sağ tarafta ise bağırsak daha geniş olduğundan hastada, halsizlik, kansızlık, iştahsızlık ve karın ağrısı gibi belirtiler olmaktadır. Bu bölgede gelişen kanser daha sinsi ve yavaş ilerleyebilir.  Ağrılı dışkılama, demir eksikliği anemisi, karında kitle hissi kolon kanseri açısından önemli belirtilerdir. Karın ağrısı ve kilo kaybı genellikle geç dönemde ortaya çıkan belirtilerdir.

Hastalık ilerlemeden kolon kanseri tanısı konulması yaşam şansını büyük ölçüde artırmaktadır. Bu nedenle erken tanı için kolon kanserinin belirtilerini takip etmek çok önemlidir. Doktorunuz sizin ve ailenizin tıbbi geçmişine dayalı olarak gerekli önerilerde bulunacaktır. Taramaya ortalama riske sahip bireylerde 45, daha yüksek risk durumlarında daha erken yaşlarda başlanmalıdır.  Tarama için endoskopik yöntemler, gaita ve kan  testleri, aile geçmişine göre genetik testler kullanılmaktadır. Kalın bağırsak kanserinin kesin tanısı kolonoskopi ile konur. Varsa tümörden örnek alınarak patolojik inceleme ile kesin kanser tanısı konmuş olur. 

İNSÜLİN DİRENCİ (HOMA-IR)

İnsülin direnci yani HOMA-IR pankreastan salgılanan insülin hormonu ile glukozun hücre içlerine gönderilerek enerji oluşturmasına gösterilen direnç durumudur. Hücrelerin insülin hormonuna direnç göstermesi ile kan glukoz seviyesinde artış meydana gelir. Bu artış zamanla şeker hastalığının başlamasına sebebiyet verecektir. İnsüline gösterilen direnç neticesinde pankreas insülin üretimini artırarak vücutta depo edilmesine sebep olacaktır. Fazla salgılanan insülin hormonu alınan besinlerin yağ olarak depo edilmesine neden olur. Bu durum kilo artışına, karaciğerde yağlanmaya ve kalp damar rahatsızlıklarına neden olabilir. Pankreasın hücrelerin insüline direnç göstermesi neticesinde fazla çalışması durumunda pankreas yetmezliği ve diyabet gibi rahatsızlıklarla karşılaşılabilir.

 

İnsülin Direnci Belirtileri

  • Kiloda artış
  • Kan trigliserit değerinde yükselme
  • Yemek sonraları gözlenen uyku hali
  • Kilo vermede zorluk veya hiç verememe
  • Tatlı besinlere karşı aşırı istek
  • Yemek sonraları doymama hissi
  • Yemek sonrası sık acıkma
  • Terleme
  • Ellerde titreme
  • Halsizlik
  • Yorgunluk hissi
  • Unutkanlık
  • Depresyon
  • Göbek çevresinde yağlanma
  • Hipertansiyon
  • Bel çevresinin giderek genişlemesi
  • Karaciğerde yağlanma
  • Kadınlarda menstrüasyon düzensizlikleri
  • Koltuk altında, boyunda ve kasık bölgesindeki ciltte esmerleşme

İnsülin Direnci Tedavisi

İnsülin direnci olan bir hasta ideal kiloya ulaşarak, beslenme alışkanlıklarını değiştirerek ve düzenli spor yaparak bu rahatsızlıktan kurtulabilir. Hekiminizin tavsiye edeceği diyet listesini uygulamak ve düzenli egzersiz yapmak ana hedef olsa da dikkat edilmesi gereken diğer hususlarda şunlardır.

  • Şeker tüketimini oldukça azaltın. Mümkünse hiç kullanmayın. Çay ve kahve tüketirken kullanılan şekeri ilk etapta yarıya indirin. İlerleyen zamanlarda da kendinizi alıştırarak tamamen şekersiz tüketin.
  • Sigara ve alkol kullanılıyorsa bırakılmalıdır.
  • Her gün ortalama 45 dakika spor yapın. Uzun yürüyüşler yapmak en kolay spor yöntemi olacaktır.
  • Tam tahıllı besinleri tüketin.
  • Hazır gıdalardan, işlenmiş gıdalardan uzak durun.
  • Hayvansal gıdaların tüketimini minimuma indirin. Bunların yerine balık tüketimini artırın.
  • Eğer fazla kilolarınız var ise kilo vermeye ve ideal kilonuza ulaşmaya çalışın.
  • Yatma saatinize yakın yiyeceklerden uzak durun. Su haricinde içecek tüketmeyin.
  • Hazır meyve sularından ve gazlı içecekleri tüketmeyin.
  • D vitamini eksikliği insülin direncini artıran sebeplerden olduğu için kontrolü sağlanarak eksikliğinde takviyesi sağlanmalıdır.

İnsülin Direnci Nasıl Tespit Edilir?

İnsülin direnci HOMA-IR ismiyle bilinen bir test ile tespit edilir. Sabah erken saatlerde ve 10-12 saat açlıktan sonra alınan kandan bakılan bu test kan glukoz ve insülin miktarının hesaplanması yöntemiyle elde edilir. Çıkan sonucun 2.5’tan yüksek olması durumunda hastada insülin direncinin mevcudiyetinden bahsedilir.

İNSÜLİN

İnsülin kan glukoz değerinin yükseldiği durumlarda pankreas tarafından salgılanan bir hormondur. Glukozun hücre içlerine transferini sağlayarak enerji ihtiyacını karşılayan bu hormon aynı zamanda kan yağları metabolizmasında da görev yapar. Pankreasın yeterli insülini üretemediği veye ürettiği durumlarda da vücudun direnç göstermesi halinde kan şeker seviyesi yükselirken, hücre içlerine glukoz transferi sağlanamayıp enerji ihtiyacı giderilemediğinden özellikle göz ve böbrek gibi organlarda hasar görülecektir. İnsülinin salgılanmasında ki en önemli rol kan şekerinindir. Kan glukoz seviyesinin yükselmesi ile birlikte pankreasta depolanan insülin salgılanarak kan dolaşım sistemine gönderilir.

 

İnsülin 5.8 kilodalton moleküler ağırlığında, polipeptit yapılı ve glukagonla birlikte karbonhidrat metabolizmasının düzenlenmesinde görev yapan bir hormondur. Pankreasta Langerhans adacıklarında salgılandığından latince ada anlamına gelen insula kelimesinden adını almıştır. Karbonhidrat metabolizmasının birinci dengeleyicisi olan insülin hormununun protein ve yağ metabolizması üzerinde de etkileri vardır. Bu sebeple bu hormonun salgısında ki problemler vücutta birçok rahatsızlığa sebebiyet vermektedir. Diyabet rahatsızlığı olmayan tüm insanlarda vücuda alınan besinlerden enerji elde etmek için insülin hormonuna ihtiyaç vardır. Yani insülin hormonu olmadan insanın hayatını devam ettirmesi mümkün değildir. Diyabet hastalarının bu ihtiyacı dışarıdan temin etmeleri yaşamalarına devam edebilmek içindir.

İnsülinin dışarıdan vücut içine alınması haplarla sağlanamamaktadır. Şu an insülin eksikliğinin giderilmesindeki en bilinir yol enjektörler ile kas içine enjeksiyon yapılmasıdır. Bu sayede hücrelerin ihtiyacı olan glukozun hücre içlerini transferi sağlanarak enerji ihtiyacı sağlanmış olur. Bu hormonun enjeksiyon yolu ile alınması diyabet tedavisinde olmazsa olmaz olsa da sadece iğne kullanarak hastalıkla mücadele etmek oldukça güçtür.  Hekiminiz tarafından önerilen diyet listesine uygulamazsanız veya düzenli egzersizler yapmazsanız zamanla hastalığınızda ki gidişat ilerleme gösterebilecektir.

İnsülinin vücuttaki miktarı on ile on iki saat açlıktan sonra kol damarından alınacak bir tüp kan ile tespit edilebilir. Sağlıklı bir insanın insülin testi sonucu 1.9-25 µIU/mL arasındadır. Bu değerler kullanılan cihaz ve yöntemlere göre farklılık gösterebilse de rakamlarda büyük değişiklikler gözlenmez. Bu testin sonucu ile pankreasta üretilen insülinin miktarı belirlenerek olası diyabet rahatsızlıklarının erken tedavi edilmesi sağlanabilir. 

Detaylı bilgi almak için bizimle iletişime geçebilirsiniz.

GLUKOZ

Glukoz testi kan dolaşımındaki karbonhidratların parçalanmasıyla oluşan glukoz miktarını ölçmek için kullanılan bir testtir.  Vücut hücrelerinin enerji ihtiyacını karşılayan glukoz kanda normal sınırların dışında seyir etmesiyle başta diyabet gibi çeşitli hastalıklara sebebiyet vermektedir. Besinlerle alınan karbonhidratlar glukoza parçalanıp ince bağırsaklarca emilimi sağlandıktan sonra kan dolaşım sistemine iletilir. Vücuttaki glukozun kullanımı pankreasta üretilen insülin hormonu ile sağlanır. İhtiyacı göre pankreas insülin salgısını artırıp azaltarak dolaşımda ki glukozun miktarını ayarlar. İnsülin hormonu salgısında sorunlar başladığında hiperglisemi veya hipoglisemi gibi şeker rahatsızlıkları görülmeye başlar.

Hiperglisemi nedir?

Yaklaşık 8-10 saat açlıktan sonra yapılan kan testi sonucunda glukozun 126 mg/dL den büyük çıkması durumunda hiperglisemiden bahsedilebilir. Tek başına açlık kan şekeri sonucu tanı koymak için yeterli olmasa da fikir vermesi açısından önemlidir. Hekiminiz glukozun 126’dan yüksek olması durumunda hba1c ile birlikte insulin, homa-ır ve idrarda bakılan mikroalbumin testlerini de isteyerek detaylı araştırmaya girecektir.

Sonucun yüksek seyretmesinin yansıyan birkaç tane belirtisi vardır. Bulanık görme, aşırı su içme, nedensiz kilo kayıpları, ağızda kuruluk, sık sık idrara çıkma, acıkma hissi veya iştahsızlık, terleme, yaraların geç iyileşmesi, yorgunluk hissi, titreme, cinsel istekte azalma veya ereksiyonda güçlük, sık yaşanan enfeksiyonlar, cilt kuruluğu veya kaşıntı gibi şikayetlerin hiperglisemide sıklıkla görüldüğü tespit edilmiştir. Açlık kan şekeri sonucunun yüksek çıkmasının ardından hekiminiz postprandial glukoz yani tokluk kan şekeri sonucunu da görmek isteyecektir. Bunun için yemek yemeye başladıktan iki saat sonra tekrar kan alınarak tokluk şekerine bakılacaktır. Bu ikinci kandaki glukoz miktarı 140 mg/dL nin üzerinde ise hiperglisemi için riskin olduğu düşünülecektir.

Özelikle ailesinde bireylerinde diyabet tanısı konulmuş olanların, 45-50 yaşından büyük olanların ve aşırı kiloya sahip kişilerin glukoz tarama testlerini yaptırmaları sağlıklı bir hayat devam ettirebilmeleri için önem arz etmektedir.

Hipoglisemi nedir?

Kan glukoz miktarının aniden 70 mg/dL’nin altına düşmesi durumunda oluşan hastalıktır. Bir anda soğuk terleme, baş ağrısı, çarpıntı, el ve ayakta soğukluk, halsizlik, yorgunluk, asabiyet veya depresyon gibi birçok durum gözlenebilir. Hipoglisemi hastalarının yanlarında bir iki adet kesme şeker taşımaları anlık glukoz düşüklüğünü önlemede faydalıdır. Hipoglisemi diyabet hastalarında sıklıkla görülen bir durumdur. Kullanılması gereken miktardan fazla alınan diyabet ilaçları hipoglisemiye neden olabilir. Hipoglisemi hastaları aşırı egzersizden ve alkol tüketiminden kaçınmalıdır.

Glukoz testi

Doğru sonuç elde edebilmek için en az 8-10 saatlik açlıkla kan verilmesi ve bu süre içinde su haricinde bir içeceğin tüketilmemesi gerekmektedir. 70 ile 105 mg/dL aralığında çıkacak açlık kan şekeri sonucu ideal bir sonuç olsa da belirtilerin varlığında diğer tarama testlerinin yapılmasında fayda vardır.